ABD'nin önderliğinde düzenlenen Global Demokrasi Zirvesi'ne Türkiye davet edilmemiş olmasının gerekçelerini tahmin etmek hiç zor değil.
Yıllardır hafızalarımızda yer eden bir olay var. Yaklaşık 10 yıl önce AK Parti'nin bir milletvekili İsviçre ziyareti sırasında yaptığı görüşmelerde, "İsviçre'de deniz yok ama nasıl olur da Denizcilik Bakanlığınız var?" sorusunu yöneltir. İsviçreli yetkililerin ise aynen şöyle: "Sizde de adalet yok ama Adalet Bakanlığı var"
Kısa öz cevap vermişler, "Partinizin isminde bile "Adalet" var ama ülkenizde adaleti sağlayamamışsınız" diyememişler.
Adalet ve hukukun olmadığı bir yerde diğer sorunları konuşmanın, tartışmanın, yazmanın, dile getirmenin hiçbir anlamı yoktur.
Türkiye'de yaşanan bazı adaletsizlikler üzerinden maalesef adalet kurumu yıpratılmaya çalışıldı, yargının tüm kararları tartışılır hale getirildi.
Adalet kurumunun yıpratılmasından, güvenilirliğinin halk nezdinde en aza düşürülmesinden, verdiği kararların güvenilirliğinden sadece iktidar değil muhalefet de sorumludur.
Kurumları en fazla yıpratan siyasilerin söylem ve eylemleridir. Hakimi, savcısı, avukatı, mübaşiri, memuru, müdürü, çalışanı her kim olursa olsun herkes kurumunun yıpratılmasından huzursuzluk duyar. Kaybedilen veya zedelenen güvenin yeniden tesisi ise çok zordur.
Her işin temelinde olduğu gibi, demokrasilerin temelinde ise adalet vardır, hak vardır, hukuk vardır.
ABD'nin Türkiye'yi Uluslararası Demokrasi Zirvesi'ne davet etmemiş olmasını kaale almayabiliriz. "Türkiye düşmanlığı" şeklinde de lehimize çevirip malzeme yapabiliriz.
NATO müttefiki ve iyi bir partneri olduğunu dile getirdiği Türkiye'yi neden davet etmediğinin gerekçesine bakmak lazım.
Beyaz Saray sözcülerinden John Kirby, ABD liderliğindeki Demokrasi Zirvesi’ne NATO üyeleri Türkiye ve Macaristan’ın neden davet edilmediği ile ilgili bir soruya, "davetli listesi ile ilgili kararların, ülkelerin demokratik kurumları, insan haklarını, hukukun üstünlüğünü ve medya özgürlüğünü destekleme iradesine" göre alındığını söyledi.
Kısaca demiş ki; "Türkiye'de demokratik kurum kalmamış, insan hakları ihlal edilmiş, hukukun üstünlüğü diye bir şey kalmamış, medyanın özgürlüğünü destekleyen bir irade ortada yok."
Gerekçenin hangi birini ele alırsak alalım başlı başına tartışmamız gereken eksikliklerimiz aslında.
Demokrasi Zirvesi olduğundan dolayı sadece demokrasinin ülkemizdeki karşılığını irdelememiz konuyu anlamamıza yeterli olur diye düşünüyorum.
"Halkın kendi kendini yönetmesi" olarak tanımlanan demokrasinin uygulamadaki yansıması sadece halkın sandığa gidip oy kullanmasından ibarettir.
Oyunu kime vereceğine zaten kendisi bile karar veremiyor. Siyasi parti liderleri kime derse halk da götürüp ona oy veriyor.
Partiler tarafından "demokrasi" adı altında aday adaylarına yaptırılan temayül yoklamalarının sonucunu bilen var mı? Yok... Olamaz da... Temayul yoklamalarında parti delegelerine oy kullandırılır, hangi aday adayını istediği sorulur. Sandıklar hiç açılmaz. Çuvalla parti merkezine gönderilir. Parti liderleri, kendi istedikleri aday adaylarını seçilecek yerden aday gösterirler. Bizim demokrasi anlayışımızın özeti bu.
Şahsen benim bile yapamayacağımı ilkokul üçüncü sınıfa giden oğlum Batuhan Remzi yapmış demokrasi adına.
Örnek olsun diye paylaşmak istedim. Sınıf başkanlığı seçimi var. Öğrenciler, kendi içlerinden birini sınıfın başkanı seçecekler. Başkan olmak isteyen her öğrenci tahtaya ismini yazdırır. Sırasıyla her aday kısa konuşma yapar.
Konuşmalar sonucunda isteyen öğrenci, istediği arkadaşına oy verir, gizli bir şekilde. Bu seçimde öğretmenin tek rolü hakemlik yapmak. Hiçbir şekilde konuşma yapmaz, başkanlık için herhangi bir öğrencinin ismini zikretmez. Tamamen tarafsız bir şekilde çocuklara demokrasiyi uygulamalı olarak öğretir.
Bizim oğlan da tabii ki başkan adayı olur. Çıkar konuşmasını yapar, alkışları toplar. Oy vermeye sıra gelince oyunu kendisine değil de rakip öğrenci arkadaşına verir.
Oğlum insan kendisine oy vermez mi? diye sorduğumda "Baba o arkadaşımın benden daha iyi başkanlık yapacağına inandığım için ona oy verdim. Vaatleri benden daha iyiydi" cevabı karşısında yüzüm kızardı. Ben öyle bir seçime girseydim, gerçekten benden daha iyi olan rakibime oy verir miydim diye kendimi sorguladım.
Velhasılı oğlum sınıf başkanı seçilmiş hem de 2 oy farkla. Yani bir kişinin oyuyla seçilmiş. Başkan seçildikten sonra yaptığı ilk iş ise kendisinin oy verdiği ve 2 oy farkla başkanlığı kaybeden arkadaşını, başkan yardımcısı olarak yanına almış.
Kendi oyuyla az daha seçimi kaybedecekti. Çocuklarımıza bu demokrasi anlayışını aşılayan öğretmenine çok teşekkür ediyorum.
Bu arada şunu da belirtmekte fayda var, ilkokul ikinci sınıftan beri üç yıldır başkan seçilmeye devam ediyor. Bu son dönemi, çünkü ilkokuldan mezun oluyor.
Demokrasinin özü ve olması gereken bence buydu. Bunu biz büyükler ve başımızdaki siyasiler yapmadıkça ülkemize demokrasinin gelmiş olduğundan bahsedemeyiz. Siyasileri değil, çocuklarımızı kendimize örnek almamız gerekiyor galiba.
Demem O Ki:
ABD'nin 120 ülkeyi davet ettiği demokrasi toplantısına Türkiye'yi davet etmemesini kınamıyorum. Çünkü ülkemde demokrasinin olmadığına inanıyorum.
Temennim Odur Ki:
Gelecek nesillerin demokrasiyi gerçek anlamda hayata geçirerek ülkemizi çağ atlatmasıdır.