Bilirsiniz, Doğu toplumları diyalektiğe kapalıdır, sadece tezleri ve antitezleri vardır, sentezleri yoktur. Bu yüzden birey olmakta zorlanırlar.

Hep bir kanaat önderine ya da dini referanslarla yandaş toplayan bir karaktere gereksinim duyarlar. Sentezi de bu kişiler adına o karakterler yaparlar.

Buna sentez denirse tabii ki.

Hoş, tezleri ya da antitezleri de yoktur ya.

Yönlendirilmiş, ya da ezberletilmiş,temelsiz iddialardan öteye gidemeyen söylencelerden ibarettir tez dedikleri.

Antitezi dayarsın alnına susar kalır, ya da temcit pilavı gibi aynı tezleri tekrarlar dururlar.

İçi boş sloganları çok severler, marka milliyetçisidirler.

Osmanlı Arşivlerinde çalışma olanağı bulduysanız padişaha arz yazılarına aşinasınızdır.

Başbakanlık Osmanlı Arşivleri’ndeki arz yazılarının hemen hemen tamamı bu ifadeyle başlar:

“Maruzu çakeri kemineleridir ki”.

Anlamı, ‘Pek aşağı kölenizin arz ettiğidir ki’.

Köle olmayı peşinen kabul edenler asla birey olamazlar, olamamışlardır.

Köleliğin neden ruhumuza işlediğinin resmidir bu yazışma şekli.

Şaşırmamak lazım köleliği yürekten kabullenişimize.

Aslında köle deyip geçmeyin

Romalılar döneminde büyük isyanı başlatan Spartaküs bir köleydi.

Ordularıyla Roma"nın içlerine kadar ilerleyen Hannibal bir köleydi.

Gazneli devletinin temelini atan Sebüktekin bir köleydi.

Emevi saltanatını yıkan Ebu Müslim Horasani de bir köleydi.

Köleliği kabullenmeyen, kölelikten kurtulmak için mücadele eden kişiliklerdi.

Osmanlıda ırk kavramı yoktu, Müslüman ve gayrimüslim vardı.

Çünkü ırkını bilmek ve ifade etmek kölelikten kurtulmanın ilk adımıydı, o yüzden yasaktı.

Bu iddiada olanlar, hemen sizi ırkçılık yapmakla suçlarlar.

Oysa İslam dininde ırkını sevmeyi yasaklayan tek bir satır ayet ya da hadis yoktur.

O kadar hadis uydurulmuş, ırkını sevme diye bir hadis uydurmayı unutmuşlar galiba.

Oysa birey olmanın ilk adımı özünü bilmek, sevmek ve savunmaktır.

Yine dinsel referansa başvurursak, Kur’an’ı Kerim ‘Hiçbir canlı koloni yoktur ki, bir adı olmasın’ demez mi?

Bütün halkların bir adı vardır, Türk de bir halkın adıdır, bir insan mensup olduğu milletin adını söyleyince ırkçı mı olur?

Osmanlının Türkmen aşiretler üzerindeki ümmet baskısı çok yoğundu.

15. yüzyılda Diyarbakır’da  550’ye yakın Türkmen köyünün varlığı bilinir, Osmanlı arşivlerinde bu kayıtları bulabilirsiniz. İşte bu yüzden, zorla ya da mecburi iskânla oradan oraya savrulan Türkmen aşiretleri, birey olabilmek, öz dilini konuşabilmek ve Türküm diyebilmek için İran coğrafyasına Safevi Devletine göçmüştür.

Türküm diyene etrak-ı biidrak yani akılsız Türk diyen Osmanlının baskısından kurtulabilmek amacıyla çareyi İran’daki Türk Safevi devletine sığınmakta bulan Türkmenler bölgeden göç edince, paniğe kapılan Osmanlı, din temelli uyduruk sebeplerle Safevi'ye savaş açmıştır.

O dönemi bizzat yaşayan Kemal Paşazade bu büyük Türk göçünü:

"Türkler terk idüb diyarların, sattılar yok bahaya davarların" diye ifade eder.

Demem o ki, cumhuriyetin kıymetini bilin.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e ne çok şey borçlu olduğumuzu görün.

Köle değil özgür birey olmanın önemini anlayın.

Hani Nikos Kazancakis Zorba’da der ya, “Hayır özgür değilsin, senin bağlı olduğun ip öbür insanlarınkinden biraz daha uzun, hepsi bu kadar!”.