Zaman kısa, sandık göründü. Seçimler yaklaştıkça siyasi hareketlilik de her geçen gün katlanarak artıyor. Ankara'yı "gri şehir", "beton şehir", "politika şehri" diye tanımlayanlar, burada kurulan AVM'lerden habersiz galiba. Ankara'nın denizi yok ama pazarı var.
Türkiye siyasi tarihine baktığımızda ortalama her 2 yılda bir seçim yaşıyoruz. Cumhurbaşkanlığı, milletvekilliği, belediye başkanlığı, muhtarlığı... Seçim eksik olmuyor ülkemizden.
Seçimler, "Vatan-Millet-Sakarya" veya "Söz konusu memlekete gerisi teferruat" söylemlerinden ziyade günümüzde "Hak-Batıl", "Hayır-Şer", "Ülkeyi satacaklar-satmayacaklar", "Bizden olan-olmayan" gibi ifadelere yerini bıraktı.
Seçimler her daim kutuplaşmaların sonucu zafere ulaşmıştır. Günümüze kadar en fazla kavga Sağcı/Solcu ile Muhafazakar/Din düşmanı karşıtlıkları oluşturulup, toplumda oluşturulan sürü psikolojisiyle zafer elde edilmiştir.
Artık günümüzde sağcısı solcusu, dindarı, muhafazakarı, inanmayanı, liberali, Sünnisi, Alevisi ayırımları tutmuyor. Bunun yerine son günlerde Hak/Batıl ayırımı daha doğrusu kutuplaşması yapıldığını gördüm. Herkesin bu terimlerle ilgili tanımı kendine göre. Bu konuyu sonraya bırakalım...
Ankara'da pazar kurulalı çok oldu. Siyasetçi pazarı, oy pazarı, mevki pazarı, makam pazarı, pasta pazarı, sofra pazarı, unvan pazarı, gelecek pazarı...
Seçime girmeye hak kazanan 36 parti veya seçime girme hakkı bulunmayan 90 küsür partinin tamamı pazarda aktif rol alıyor.
Pazarda pazarlanan, satılan, alınan, ödenen, elde edilen, kazanılan, kaybedilen her türlü ticari işler dönüyor tabii ki...
Vatandaşın kullanacağı oy üzerinden kurulan Ankara Seçim Pazarı'nda, ittifaklar partilerle milletvekili sayısı pazarlığı yapıyor, milletvekili aday adayları da partilerle adaylık pazarlığı yapıyor.
Pazarın en güçlü aktörü ise tabii ki AK Parti ile CHP. İktidar ve ana muhalefet partileri olan bu iki partinin elinde çok sayıda milletvekili potansiyeli var. Kendilerine destek verecek olan partilerle milletvekili sayısı üzerinden pazarlık yapılıyor, alınıp satılıyor.
Milletvekilliği sayısında anlaşmaların ardından iktidara kim gelirse hangi bakanlığı, hangi kurum ve kuruluşların yönetimini hangi partiyle paylaşacağının pazarlığı yapılıyor.
Bu pazarlıklar siyasette her daim vardı ve bundan sonra da olmaya devam edecek, Türkiye gibi demokrasisi az gelişmiş ülkelerde.
Millet, büyük bir umutla hizmet bekliyor, çözüm bekliyor, huzur bekliyor, gelecek bekliyor, karnını doyurmayı bekliyor, iş bekliyor, aş bekliyor, çocuklarına iyi bir gelecek bırakılmasını bekliyor, adalet bekliyor, haklarını güvence altına almayı bekliyor...
Herkesin seçimden bir beklentisi umudu var...
Kurulan pazarın dışında izleyici olarak bırakılan millet, kimin hangi partiyle kaç milletvekili pazarlığı yaptığını, kimin iktidara gelmek için hangi siyasi manevraları yaptığını tiyatro izler gibi izliyor. Çünkü bu pazarlıklar önceden kapalı kapılar ardında yapılırken şimdi düpedüz milletin gözü önünde yapılmaya başlandı.
Siyaset kurumu her geçen gün güvenilirliğini yitiriyor. Zaten güven kalmamıştı şimdi ayaklar altına seriliyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşen partiler açık açık ifade ediyorlar, "prensipte anlaştık parlamenter sayısını görüşeceğiz, anlaşırsak destek vereceğiz" diyorlar. Toru topu bir milletvekili olan BBP bile Cumhurbaşkanı ile milletvekilliği pazarlık yapıyor arkadaş.
Kılıçdaroğlu ile aynı masaya oturan üç parti (İYİ Parti ve DEVA Partisi hariç) açık açık yaptığı milletvekilliği ve bakanlık pazarlıklarının ardından destekleyeceklerini açıkadılar.
Al birini vur öbürüne. Millet hizmet bekliyor, hizmet edecekler de mevki makam peşinde koşuyor. "Alternatif yok" deniliyor ya işte bu noktada yok. Hangi siyasi parti olursa olsun hepsinin hesabı "kaç milletvekili koparabilirim" olunca millet ne yapsın? Hepsi bu pazara girmiş, hepsi keseri kendine doğru yontuyor. Hep bana Rabbena...
Parlamento muhabirliği yaptığım dönemlerden beri savunduğum ve siyaset kurumunun güvenirliğini artırabilecek, siyasetçilerin milletin güvenini kazanabileceği tek yöntem Türkiye Milletvekilliğidir.
Seçim barajı tamamen kaldırılmalı. Her parti kendi ad ve amblemiyle seçimlere katılması sağlanmalı. Her parti ülke genelinde aldığı oy yüzdesine göre milletvekili çıkarmalıdır. Yani 100 milletvekili Türkiye Milletvekili olarak seçilmeli. Bir parti seçimde yüzde 2 almışsa 2 milletvekili hakkı olmalı. Yüzde 1 almışsa 1 milletvekili olmalı.
Normal milletvekili sayısı ise 300 veya 400'e indirilmeli, Milletvekillerinin görevleri yasama işiyle sınırlandırılmalıdır.
Mecliste 400 milletvekilinin kabul ettiği yasalar, Türkiye Milletvekilleri tarafından tekrar görüşülmeli, nihai karar verilmelidir. Bazı ülkelerde olduğu gibi Temsilciler Meclisi şeklinde de olabilir.
Türkiye Milletvekilliği sistemi sayesinde her partinin sözcüsünün, milletin gerçek iradesinin yansıtıldığı bir Temsilciler Meclisi oluşturulmuş, bu üst Meclis tarafından ülkenin çıkarlarına uygun en iyi yasalar ve düzenlemeler yapılmış olur. Öyle grup başkanvekillerinin eline bakıp da o elini kaldırınca kaldıran milletvekilliği en aza indirilmiş olur.
Demem O Ki:
Siyasetçi olarak madem kendi mevki makam ve çıkarlarınızın pazarlığını yapıyorsunuz bari milletin gözünün içine baka baka bu işin yapılmamasıdır.
Temennim Odur Ki:
Ülkemizin eğitim seviyesinin yükselmesiyle demokrasi kültürümüzün gelişmesi, siyasetçilerin kendi geleceklerinden önce ülke ve milletin geleceğinin pazarlığını yapmasıdır.