“Çocuk olsam yeniden Bir tek düştüğüm içim acısa içim Ve kalbim; çok koştuğum için çarpsa yeniden…” Cemal Süreyya 

Usta şair Cemal Süreyya’ya bu dizeleri yazdıran gerçekliğe bakınca, onun yaşadığı dönemde çocuklara zulümden daha az pay düşüyormuş anlaşılan. Çocukların sadece düştükleri için değil, can savaşı verirken annelerinden babalarından ayrı bırakıldıkları, “devlet babanın”“ülkeyi koruma refleksini”, hasta bir çocuğun canından daha değerli gördüğü zamanları görmemiş olmalı.

Bu ülkenin mutsuz, temel gereksinimleri dahi karşılanamayan, fırsat eşitliğinden, eşit eğitim, eşit sağlık haklarından yoksun çocuklarına son 6 yıldır cezaevinde demir parmaklılar ardında büyüyen çocuklar eklendi. 6 yaşına gelince annesini cezaevinde bırakıp akrabalarına yerleşen çocuklar. Anne-babası tutuklu olduğu için koruma evlerine yerleştirilen çocuklar… Bizim çocuklarımız…

Anne-babaya (çoğunluğu gerçek bir hukuk devletinde cezaya konu edilemeyecek eylemleri sebebiyle) verilen hukuka aykırı tutuklama/mahkûmiyet kararlarının sonuçlarını, anne babaları kadar hatta onlardan daha da acı yaşayan çocuklar.

Hiçbir suçları olmayan, ülkede ne olup bittiğini, “devlet babanın” düne kadar muteber saydığı eylemlerin, annesi-babası için neden bir suçlama gerekçesi olduğunu anlayamayan çocuklarımız Yaşanan hukuksuzluk yangınında gelecekleri, devlete güvenleri, topluma aidiyetleri, inançları yanan çocuklarımız.

Bugün bu çocuklardan Yusuf Kerim’i anlatacağım size. Hukukçu, kadın kimliğimle değil “insan olmaya çalışan biri” olarak anlatacağım. Öncelikli paydamızın “insan” olmak olduğu zannı ile.

Yusuf Kerim günlerdir sosyal medyanın gündeminde. Ana akım medyanın, bu ülkenin gerçek gündemine kapalı olduğu, tek vazifelerinin, “insan” olma erdemlerini yozlaştıran gündüz kuşağı programları ve adeta yalan beyan kapsamındaki haber programları ile toplumu uyuşturmak oldukları malum. O yüzden Yusuf Kerim’e ana akım medyada rastlayamazsınız. 

Yusuf Kerim’i sosyal medyanın gündeme getirmesi ile toplum yaşanan dramdan haberdar oldu. Silahlı terör örgütü üyeliği suçlamasından annesine verilen 6 yıl 3 ay hapis cezası Yargıtay tarafından onaylanınca annesi cezaevine girmiş, çok tehlikeli bir kanser türü olan Ewing Sarkom hastalığına yakalanmış, doktorları tarafından iyileşme şansının en fazla %20olduğu söylenilen 6 yaşında bir çocuk Yusuf. 

Yanında annesi olmaksızın, hastane odasında ölüm kalım savaşı veriyor. Sadece 6 yaşında. Yaşanan mezalimi anlayamayacağı, o çocuk kalbinin kardıramayacağı bir zulümle karşı karşıya. Toplumun pek çok kesiminden, iktidar harici siyasi partilerden, milletvekillerinden, sanatçılardan, yazarlardan, STK’lardan Adalet Bakanlığına annenin infazının çocuğunun yanında olması için ertelenmesi talepleri yükseldi. Bugün itibariyle hala çıkmış bir infaz erteleme kararı yok. 

Yusuf yönünden tarifsiz bir acı, peki ya anne yönünden? Tahayyül edebilir misiniz? 6 yaşında evladınız, anne kucağı yaşındaki çocuğunuz %20 yaşama şansı ile hastane odasında ve siz yanında değilsiniz. Demir parmaklıklar ardındasınız, göremiyorsunuz, dokunamıyorsunuz, sarılıp koklayamıyorsunuz, acılarını hafifletemiyorsunuz. Koğuşun demir kapısı olanca iç titretici sesiyle her açıldığında “acaba evladıma bir şey mi oldu, haberi mi geldi?” korkusuyla geçen günleri geceleri ben tahayyül edemiyorum. Kalbim sıkışıyor, nefesim kesiliyor.

Nefesimi kesen bir başka şey de “Hayattaki en büyük acı evlat acısıdır” diyenlerin ülkesinde annenin ve Yusuf’un yalnızlığı. Sizin evladınız değil diye mi bu sessizlik? Toplum olarak nasıl bir yozlaşmaya, gaddarlığa evrildik. Yusuf masum bir çocuk. Çocuk masumluğunda bir masum. Masumların acısı acımız değilse, masumların çaresizliğine göz yumuyorsak biz hangi canlı türüyüz?  

Toplum sessiz, yargı sessiz. Ölüm sessizliği kadar karanlık, itici bir sessizlik... Bu sessizliği çığlığa dönüştürmeliyiz. Yusuf, annesinden ayrı kalmış olarak bu hayata veda ederse, çıkaracağınız her ses kifayetsiz kalacak, gecikmiş olacak.

Sesi, hukuk içinde çığlığa nasıl dönüştüreceğiz? Yasal mevzuat kapsamında, annenin infazının ertelenmesinin mümkün olup olmadığına bakalım öncelikle. 5275 sayılı Ceza veGüvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 16. maddesi uyarınca aşağıdaki hallerde, hükümlünün cezasının infazı ertelenebilmektedir. Kanun metnine göre;

(1) Akıl hastalığına tutulan hükümlünün cezasının infazı geriye bırakılır ve hükümlü, iyileşinceye kadar Türk Ceza Kanununun 57'nci maddesinde belirtilen sağlık kurumunda koruma ve tedavi altına alınır. Sağlık kurumunda geçen süreler cezaevinde geçmiş sayılır.

(2) Diğer hastalıklarda cezanın infazına, resmî sağlık kuruluşlarının mahkûmlara ayrılan bölümlerinde devam olunur. Ancak bu durumda bile hapis cezasının infazı, mahkûmun hayatı için kesin bir tehlike teşkil ediyorsa mahkûmun cezasının infazı iyileşinceye kadar geri bırakılır.

(3) Hapis cezasının infazı, gebe olan veya doğurduğu tarihten itibaren bir yıl altı ay geçmemiş bulunan kadınlar hakkında geri bırakılır. Çocuk ölmüş veya anasından başka birine verilmiş olursa, doğumdan itibaren iki ay geçince ceza infaz olunur.

(4) Maruz kaldığı ağır bir hastalık veya engellilik nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettiremeyen ve toplum güvenliği bakımından ağır ve somut tehlike oluşturmayacağı değerlendirilen mahkûmun cezasının infazı üçüncü fıkrada belirlenen usule göre iyileşinceye kadar geri bırakılabilir.

İnfaz kanununda 1. derece yakının ağır hastalığı maalesef düzenlenmiş değil. Bu durum aynı kanunun 17. Maddesinde düzenlenmiş. Kanun “…hükümlünün yükseköğrenimini bitirebilmesi, ana, baba, eş veya çocuklarının ölümü veya bu kişilerin sürekli hastalık veya malullükleri nedeniyle ailenin ticari faaliyetlerinin yürütülebilmesinin veya tarım topraklarının işlenebilmesinin imkânsız hâle gelmesi veya hükümlünün eş veya çocuklarının sürekli hastalık veya malullükleri nedeniyle bakıma muhtaç olmaları ya da hükümlünün hastalığının sürekli bir tedaviyi gerektirmesi gibi zorunlu ve çok ivedi hâllerde, Cumhuriyet Başsavcılığınca bir yılı geçmeyen sürelerle hapis cezasının infazına ara verilebilir.” hükmüne haiz.

Ancak 17. Maddeden yararlanabilmek için ön koşul, kasten işlenen suçlarda üç yıl, taksirle işlenen suçlarda ise beş yıl veya daha az süreli hapis cezası almış olmak. Bu durumda 17. Maddenin Yusuf’un annesi için uygulanma imkânı yok.

Vicdanları kör edip, kanunda sayılı halleri kapsamıyor diyerek 6 yaşında bir çocuğun ölüm kalım savaşında annesinden ayrı kalmasına seyirci mi kalacağız. Elbette hayır, elbette kalmamalıyız. Kanunlar insan eliyle yazılmış kurallardır. Zamanın, çağın gereksinimlerine göre düzeltilir, çıkarılır, eklenir. “Yamalı kanunlar” bakımından oldukça zengini bir ülkeyiz. 6 yaşında bir çocuğun canı için yapılacak bir ekleme düzenleme, infaz kanunun en “insana yaraşır” maddesi olacaktır. Elbette bu eksiklik giderilebilir. Hatta Anayasa 104. Madde kapsamında Cumhurbaşkanına tanınan “Sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebiyle kişilerin cezalarını hafifletir veya kaldırır.” hükmü genişletilerek işletilebilir. Hiçbir kanun, 6 yaşında masum bir çocuğun ve annesinin yalnızlığının giderilmesinden üstün değildir. 

Adam öldürmekten 20 yıl, pek çok suçtan 35 yıl cezası olanların elini kolunu sallayarak gezdiği, kolluk eşliğinde çakarlı araçlarla seyahat ettiği, yeni infazlar yaptığı bir ülkede, kimse 6 yaşındaki Yusuf’un annesinin infazının ertelenmesinin toplum güvenliğini tehdit ettiğini söylemesin.  

“Adalet yerini bulsun isterse kıyamet kopsun” diyen iktidar partisi bakanları vardı bir zamanlar. Keşke adalet yerini bulduğu için kopsaydı kıyamet. Bilinsin ki, adalet gelmediği için kopacak o kıyamet. O incittiğimiz, gözü yaşlı bu dünyaya veda eden çocuklar kıyametimiz olacak. 

Nazım Hikmet’in dediği gibi “…Dünyayı çocuklara verelim kocaman bir elma gibi verelim, sıcacık bir ekmek somunu gibi hiç değilse bir günlüğüne doysunlar…”