Zenginlik görecedir. Mesela benim herhangi birisine zengin diyebilmem için yalıda ikamet ediyor olması ve özel jeti olması gerekir. Bir de 30 mt yatı varsa aliyy-ül â’lâ...
Bugün bir yalı minumum 30 milyon dolardan başlıyor, özel jet ise menzili irtifası ve hızı ile orantılı olarak 7-8 milyon dolardan başlıyor. Hemen hemen bir o kadar da yatın ederini koyduğunuzda bunlara sahip olmak ve vergisini masraflarını karşılamak için gerçekten zengin olmak gerekiyor.
Dünyada içinden doğal su yolu geçen şehirler bu yönüyle müthiş değerlidir ve mutlaka görülmesi gereken şehirler arasındadır. Mesela İstanbul, Londra, Paris, New York, Stockholm, Lizbon, Roma, Venedik, Budapeşte...
Daha bir çok benzer şehir sayabilirsiniz pek tabii.
Bu şehirler arasında gayri menkul değerlemesi açısından en değerlileri New York ve Londra’dır denilebilir.
Bu iki şehirin değerini artıran hiç kuşkusuz dünya ticaretinin, para ve finans piyasalarının merkezi olmasıdır. Bu anlamda New York ve Londra’da dünyanın en zenginlerinin mutlaka birer ofisi ile ikametgahının bulunuyor olduğunu unutmamak lazım gelir.
Her iki şehirin down town/şehir merkezi kesiminde yaşamak ve gayri menkul sahibi olmak hem çok pahalıdır hem son derece prestijlidir.
Tabii ki New York ve Londra’nın çevresinde son derece büyük araziler içerisindeki büyük şato ya da benzeri evler ultra pahalıdır fakat benim bahis konusu yaptığım, şehir merkezi/down town’daki yaşam.
Zira bu şehirlerde mesela şehire yakın bir konumda 100 milyon dolara 50 dönüm içerisinde büyükçe bir eviniz olabilir. Fakat aynı paraya bu şehirlerde yalnızca birer
loft/penthouse alabileceğinizi de unutmayın.
Daha pahalısını bile duymuşluğum var.
İstanbul, içinden deniz geçen hatta belki de iki deniz geçen dünyanın en güzel şehirlerinden biri. Şehirimizi yaşanmaz bir hale getirmiş olmamız bile bunu çok değiştirmiyor.
Napolyon’un dediği gibi ‘Dünya tek bir devlet olsa başkenti İstanbul olurdu.’
Ya da
Gyllius’un dediği gibi ‘Bütün şehirler ölümlüdür, İstanbul hariç.’
Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren tarihi delik deşik ettik İstanbul’da.
Yüzyıllar içerisinde oturmuş bir kültür anlayışının mimari yansımaları olan o güzelim dinsel binaları, çeşmeleri, konakları, köşkleri hatta kimi yalıları ve tarihi taş bina yapıları yakıp yıkmasaydık, eminim İstanbul, yaşayan, canlı bir tarih şehri olurdu.
1950’lerden itibaren de hız kesmeden devam eden iç göç ve
‘Kentsel Yaşanmazlaştırma’ son yıllardaki Residence kültürsüzlüğü ile İstanbul’u artık Dünyanın en karmaşık, en saçma şehirlerinden biri haline getirmiş bulunuyor.
Dünyada “Aktif Yeşil Alan” yani ‘Şehirlerde Halka Açık Yeşil Alan’ oranı en düşük ülkelerin başında geliyoruz.
Kendi kanunlarımızda bu oran kişi başına 15 mkare. Realitemiz ise
7.5 mkare. Kendi kanununu takmayan ülkeyiz.
Mesela İstanbul, dünyanın en az ‘Aktif Yeşil Alan’ olan şehirlerinden biri.
Singapur’da şehrin %47’si Aktif Yeşil Alan, Viyana’nın %43’ü, Münih’in %38’i, Londra’nın %38’i, Berlin’in %14’ü, NewYork’un %14’ü, Paris’in %9’u Aktif Yeşil Alan iken İstanbul’un yalnızca %2.2’si Halka Açık Yeşil Alan...
Yüzde İki nokta iki...
Son yıllarda İstanbul’daki Kentsel Dönüşüm dediğimiz şey aslında ‘Urban Gentrification’ yani
‘Kentsel Soylulaştırma’ halini almış bulunuyor.
Kentsel Soylulaştırma;
Orta ve Üst Orta gelir gruplarının daha düşük gelirlilerin yaşadığı şehir merkezlerindeki semtlere yerleşmeleri demek oluyor.
Misal Fikirtepe.
Misal Tarlabaşı.
Misal Esenler.
Misal Eyüp.
Misal Sulukule.
Dar gelirlilerin yaşadığı ve mahalle kültürünün hakim olduğu semtler süreç içerisinde yerel ve merkezi yönetimlerin daha büyük rant yaratma amacıyla daha üst gelir gruplarının ilgisini çekecek şekilde dönüştürülüyor.
Kimi semtler toptan yıkılıp yeniden imar edilirken kimi semtlerdeki dar gelirli kesimlerin ikamet ettiği tarihi binalar daha yüksek gelirli yeni sahiplerini misafir etmeye başlıyor.
İstanbul’da soylulaştırma süreci, yeni dönüşüm semtlerinde kalmayı tercih eden semtin eski sakinleri, yeni semt sakinleri ile bir süre sosyo kültürel çatışma yaşasa da ilerleyen zaman içerisinde önemli bir kısmı uyum sağlamayı başarıyor ve yeni orta üst sosyo kültürel grupların siyasi davranış biçimlerine de ayak uyduruyor ve Ak Parti’ye oy vermiyor.
Büyük şehirlerdeki yerel yönetim değişikliklerine bu açıdan da bakmak gerektiğinin altını çizerek konumuza geri dönüyorum.
Kentsel Soylulaştırma’nın ilk örnekleri dünyada ilk defa New York ve Londra’da yaşanmış.
1950’li yıllarda başlayan süreç daha sonra 1980’li ve 1990’lı yıllarda da kısmen devam etmiş ve şehirler tarihi öneme haiz alanları da korunarak bugünkü değerlerine ulaşmışlar.
İstanbul ise gerek binlerce yıllık tarihi gerekse bir transfer merkezi olma durumuyla henüz hak ettiği değere ulaşabilmiş değil.
Finans Merkezi olma iddiası halâ soru işaretleriyle dolu olsa da bu alanda göstereceği gelişme Istanbul’u hiç kuşkusuz dünya finans piyasalarında başka bir lige çıkaracaktır.
İstanbul’da downtown yaşamı da son derece canlıdır. Eğlence hayatıyla, yerel ve küresel kafeleri, yerel ve dünya mutfağı restaurantları ile 24 saat yaşayan bir şehir halini almış olan İstanbul bu yönüyle çoklu downtown’lara sahiptir. Nişantaşı-Osmanbey, Taksim-Beyoğlu, Kadıköy-Bağdat Caddesi, 10 yıldır bir türlü kendine gelemese de Üsküdar meydanı, Beşiktaş, Bakırköy, Tarihi Yarımada ve Fatih çevresi gibi bölümler Şehr-i İstanbul’un renkli yaşam merkezleri halini almıştır.
Kentsel Dönüşümün, alt yapıları yetersiz yeni yaşam alanları oluşturmasıyla yaşanması hayli sıkıntılı hal alan İstanbul’da henüz emlak değerleri downtown’larda hatta İstanbul Boğazı’nı gören bölgelerde bile değerini bulmamıştır.
Kanal İstanbul’la birlikte şehir dışına kaçacak olan önemli bir kesim ve iç göçten yönlendirilecek yeni yerleşimciler İstanbul’un içini boşaltabilirler.
Kentsel Dönüşüme tabi tutulan yeni alanların eski sahipleri Kanal çevresine yönlendirilebilir.
Özellikle downtown’lar daha küresel marka işletmelerle farklı bir akış kazanabilir.
Finans Merkezi ve çevresi daha da değerlenebilir.
Artık boğazdan büyük gemilerin geçmesi duracak ise İstanbul Boğazı büyük teknelerin gezi rotası haline gelebilir.
Küresel Zenginlerin yeni gözdesi İstanbul olabilir.
Yalı, özel jet ve büyük yatlar...
Karaköy Port ile çok farklı ve modern bir yüz kazanacak olan bölge turizmin yeni ve çok talep alan bölgesi olabilir.
Çamlıca’nın her ne kadar eski yeşil halinden bir eser bırakmadıysa da siyasilerimiz, Çamlıca bile şimdiki değerinin çok üstünde yer alabilir.
İstanbul Boğazı’nda tekrar yüzülebildiğini düşünün; yalıların değeri birden 8-10 katına fırlayabilir.
Haliç ve çevresi olağanüstü değerlenebilir.
Bebek, Vaniköy, İstinye, Beyoğlu, Tarlabaşı, Bağdat Caddesi, Balat, Hasköy, Karaköy, Tarihi Yarımada..
Bu bölgelerde emlak değerleri yine en az 4-5 katına fırlayabilir.
İstanbul bir Londra, bir New York olmayabilir fakat bu şehirlerden çok daha fazla kıymetlenebilir.
Kanal İstanbul şayet hayata geçecek olursa, İstanbul’un Şehir Merkezlerinde emlak değerleri artık ulaşılmaz olur..
Boşalan şehir merkezleri yerel ve küresel zenginlerin yaşam alanları haline dönüşebilir.
Ben böyle ölçekte bir zengin olsam Kanal İstanbul’u kesinlikle desteklerdim.
Siz bırakın Kanal İstanbul güzergahından arsa arazi alanları esas Şehir Merkezlerine bir bakın. Yalılara, yalı dairelerine, deniz manzaralı köşklere bakın.
Buraları kim topluyor siz ona bakın.